İslam’ın moderniteyle imtihanı

Prof. Dr. Bedri Gencer’in, ilk baskısı 2008’de yapılan İslâm’da Modernleşme adlı eseri gözden geçirilmiş yeni basımıyla okura sunuldu. 1839-1939 arasındaki yüz yılı kapsayan kitap, modernizmin İslam düşüncesi ve toplumları üzerindeki etkilerini inceliyor.
İSLÂM’DA MODERNLEŞME, BEDRİ GENCER, DOĞU BATI YAYINLARI, 895 SAYFA, 55 TL

Prof. Dr. Bedri Gencer’in, ilk baskısı 2008’de yapılan İslâm’da Modernleşme adlı eseri gözden geçirilerek Doğu-Batı Yayınları’nca tekrar okura sunuldu. Prof. Dr. Şerif Mardin hocanın kitaba yazdığı önsözde “çığır açıcı bir inceleme” olarak nitelediği eser, her ne kadar, özellikle “Anadolu’daki genç akademisyenlerin ilgileri” ve yazarının “eserle ilgili çeşitli formatlarda katıldığı elliye yakın program” olsa da kanaatimizce daha fazla ilgiyi hak ediyor. Bunu Gencer’in ele aldığı konularda derin ve entelektüel bir tartışma ortamı yaratması bağlamında söylüyorum. Zira eser önemli tezlerinin yanında önemli sorular sorduran, entelektüel tartışmalara kapı aralayan bir inceleme. Kitabın gördüğü ilgiye de değindiği “İkinci Yayına Önsöz”ünde geleneksel kültür hayatımızın “kurum ve kanallarının tamamen kaybolduğu ülkemizde artık kültür hayatının değil cılızlığından, varlığından bile söz etmek zordur” diyen Gencer’le; “İslam’ı Bilmek” adlı yazısında “Türk entelijansiyası, bırakınız bir inanç objesi olarak alımlanmasını, bir bilgi objesi olarak da İslam’ı kavramış, onu anlamış değildir. ‘Bilmek’le inanmak arasındaki zihinsel sınırlar, kasıtlı bir tavırla silinmeye çalışılmış, bundan dolayı da bir bilgi objesi olarak İslam’ı temellük etmenin, tuhaf ama anlaşılabilir bir fanatizmle ‘gericilik’, ‘yobazlık’ anlamına geldiği sanılmıştır.” diyen Hilmi Yavuz’un haklı tespitleri birleşince İslâm’da Modernleşme’nin neden yeterli ilgiyi görmediği anlaşılıyor.

Modernizmin İslam düşüncesine etkileri

1839’la 1939 arasındaki yüz yılı kapsayan İslâm’da Modernleşme, yaklaşık yüz sayfası geniş bir kaynakça ve bibliyografyayı kapsayan dokuz yüz sayfalık bir eser. Değerlendirilmesi ve eleştirilmesi bu yazının imkânlarını aşan kitabın her bölümü ayrı bir incelemeye konu olabilecek nitelikte. Gencer’in temel meselesi modernizmin İslam düşüncesi ve toplumları üzerindeki etkileri. Yazar bu etkiyi öyle derinlemesine inceliyor ki, örneğin “İslam düşüncesi” kavramını kullanmanın dahi “sekülerizmin kapanına düşmek” olduğu görüşünde. Yani modernizmin İslam toplumlarının üzerindeki etkisini salt bir yaşam biçimi olarak değil, dilden düşünceye evrilen bir etki şekilde değerlendiriyor.

Çalışmasının geniş hacmi Gencer’in metodoloji olarak geleneksel “ilm-i küll” (disiplinlere parçalanmayan, dünyayı bir bütün olarak kavramaya imkân veren bütüncül yaklaşım) ile sosyolojinin babası sayılan Marx Weber’in kullandığı mukayeseli-tarihî perspektifi benimsemesinden kaynaklanıyor. Gencer’e göre İslam dünyasının modernleşme süreci Doğu ile Batı’nın akültürasyon’unun sonucudur. Dolayısıyla Batı’nın modernizm serüveni bilinmeden Doğu modernizminin kavranmasına imkân yoktur. Buna en önemli örnek, din savaşlarına son veren Westphalia Antlaşması anlaşılmadan, Ernest Renan’ın İslam’a yönelttiği “İslam terakkiye manidir” ithamının anlaşılamayacağı iddiası. Çünkü 19. asrın ilk yarısında Avrupa’da Protestanların Katoliklere yönelttiği, “Katoliklik mâni-i terakkidir” tezi din savaşlarının sona ermesiyle bu kez gizli Protestan olan Cizvit Ernest Renan aracılığıyla “İslam mâni-i terakkidir” şeklinde İslam dünyasına yöneltilecektir.

Gencer’in temel tezi, “Batılı kozmopolitanizmin dönüşümü modern Batı/Doğu karşılaşmasını nasıl etkilemiştir?” sorusundan ortaya çıkıyor. Sekülerleşmeyle birlikte din medeniyete, hak ve batıl dinler Batı ve Doğu medeniyetlerine dönüştürülmüştür. Artık Hıristiyanlaştırmanın mümkün olmadığını anlayan Batı bu kez medenileştirme projesine girişmiştir.

Avrupa-merkeziyetçiliğin yani Batı’nın kimlik inşası için kendini merkeze koyup Doğu’yu öteki olarak seçmesinin miladı konusunda farklı görüşlerin öne sürüldüğü biliniyor. Gencer milat olarak (tıpkı Edward Said gibi) Napoleon’un Mısır seferini alıyor. Napoleon, kişiliğindeki Mesihçilik ve “evrensel dünya düzeni kurma” idealiyle birlikte Doğu’yu medenileştirme hareketinde sıcak savaş için genelde İslam dünyasını, özelde Osmanlı Devleti’ni seçmişti. Böylelikle medenileştirme projesi Mısır’ı fiziksel, Osmanlı’yı kültürel olarak etkilemiş ve İslam’ın bu iki öncü topluluğunda modernizme karşı iki tepki gelişmiştir. Türk ve Arap dünyasının öncüleri olarak Namık Kemal ve Muhammed Abduh’un kolektif İslam yorumlarından yola çıkarak modernizmin iki dünyadaki etkilerini inceliyor yazar. İki İslam topluluğunu ‘meşruiyet ve akliyet’ üzerinden okuduğu bölüm okura ciddi sorular sorduruyor. Sunuş yazısında Şerif Mardin’in de bugüne kadar ilk kez Bedri Gencer’in tespit ettiğini söylediği, “Batı’nın kendi meşrebine uygun olarak benimsediği ‘medeniyet olarak Arap İslamı’na karşı ‘din olarak Türk İslamı’nı nasıl ötekileştirdiği” meselesinin argümanlarını ortaya koyarken, Arap İslamı’nın ‘medeniyet’le, Türk İslamı’nın ise ‘din’ (fıkıh) ile özdeşleştirildiği tespitinin tartışılması gerektiğini düşünüyorum. “Din ile imparatorluk arasındaki ilişkiyi Osmanlılar, geleneksel olarak ‘din ve devlet’in ikizliği formülüyle ifade etmişlerdir.” diyor Gencer. Böyle bir ikizlik söz konusuysa Osmanlı fethedip “imparatorluğuna” kattığı toprakların halklarını neden İslam’ı kabul etmeye zorlamamıştır? Gencer’in argümanının canlı bir kültürel ortam için tartışılmasını umuyorum.

Sekülerizmin kapanına düşmek

Gencer’in çalışmasının bir başka önemli özelliği ise kavramların izini sürmekteki titizliği. Bu konuda Reinhart Koselleck’in geliştirdiği begriffsgeschichte (kavram tarihi) metodunu geliştirerek takip ediyor. Kavramların izini sürdüğünde ortaya sekülerizmin ağzıyla konuşan bir İslam dünyası çıkıyor. Gencer’e göre “İslam medeniyetinin değerleri” ifadesini kullanmak, “sekülerizmin farkında olmadan kapanına düşmek” demek. Çünkü gelenekte ne ‘medeniyet’ ne de ‘değer’ vardır. Bu iki kavram da Batı’nın icadıdır. ‘Değer’in kapitalizmin gelişmesiyle, değişim ve fiyat kavramıyla ortaya çıkışından hareketle, geleneksel dünyada karşılığı bulunmayan bir kavram olduğunu söylüyor yazar. Fıkıh, kelam, sünnet gibi geleneksel kavramlar İslam hukuku, İslam düşüncesi, İslam felsefesi gibi seküler kavramlara dönüşmüştür. Gencer’in bu mukayesede verdiği bir örnek de modernizmdir. Ona göre modernizmin geleneksel kültürde karşılığı bid’attır. Peki, modernizmi bid’at kabul etmek bizi neredeyse fundamentalist bir yoruma sürüklemez mi? (Burada bir parantez açarak gelenekteki muhafazakârlığın da moderniteyle birlikte fundamentalizme dönüştüğü tespitinin yine Gencer’e ait olduğunu belirtelim.) Kavramların etimolojisinin izini sürerken dilin doğal değişimi teorilerini reddetmiş de olmuyor mu yazar?

Sekülerizmin İslam toplumları üzerinde meydana getirdiği değişim sadece dil düzleminde incelenmiyor eserde. Fıkıh ve edebiyat gibi geleneksel disiplinlerin sosyolojiye, ‘ulema’nın ‘aydın’a dönüşümü de yine tarihsel arka plan okumalarıyla ortaya konuyor.

Prof. Dr. Bedri Gencer
SAKİNE KORKMAZ