İslam dünyasının dayanılmaz cazibesi!

İslam dünyasını çok iyi bildiğinden şüphe duyulmayan bir akademisyen, Michigan Üniversitesi tarih bölümünde öğretim görevlisi, gazete haberleri ve TV programlarından ismine ve yüzüne aşina olduğumuz bir analist Juan Cole. Geçen ay yeni bir kitabı çıktı: Engaging the Muslim World (İslam Dünyasının Cazibesi).
John Esposito’nun “herkes mutlaka okumalı” dediği bu kitap, benim de sakin bir kafayla yeniden okuyacağım dediğim kitaplar arasına şimdiden girmiş durumda.

Cole geçenlerde bir radyo röportajında “Find a Muslim, make a friend” diyordu. Yani “Bir Müslüman bul ve hemen onunla arkadaş ol!” Neden? Alabildiğine basit bir cümle ama ihtiva ettiği mana oldukça derin. Kitapta ele aldığı konular perspektifinden bunu değerlendirecek olursanız; Batı’nın ve özellikle ABD’nin bugünkü hayat standartlarını koruyarak ayakta kalması İslam dünyasına bağlı. Daha doğrusu İslam dünyasının sahip olduğu yeraltı-yerüstü zenginliklerle, onun farkına varan (varmayan/varamayan belki daha doğru olurdu!) insan potansiyeline bağlı.

ABD, İslam dünyasına niye muhtaç?

Bu yaklaşımın perdesini Cole’un kaleme alma cesareti gösterdiği gerçeklerden hareketle aralamaya çalışalım. Her şeyden önce İslam dünyası ile Batı’nın birbirine bakışında bazı önyargıların, korkuların, tarihî kökene sahip öfkelerin rol oynadığı tartışma kabul etmez bir hakikat. ‘Nükleer silahlar, terörizm, intihar saldırıları, göçmenlik, Üsame bin Ladin, kutsal savaş, Batı düşmanlığı’ gibi kelime, cümle, deyim ve kavramlarının -ne derseniz deyin- ortalama bir Batı insanının zihninde yaptığı çağrışımları tasavvur edin. Aynı şey ‘yeni sömürgecilik, kukla idareler, dinî ve millî kimlik ya da etnik kökenden dolayı yapılan şuurlu ayrımcılık, terörist devletler listesi, gelişmekte olan veya üçüncü dünya ülkeleri’ gibi kavramların yine ortalama Müslüman zihnindeki çağrışımını hayal edin. Menfaat esası üzerine kurulu dış ilişkiler itibarıyla siyasilerin resmi söylemleri değil, her iki dünyayı oluşturan dinamik güçlerin birebir yaşadıkları pratikten hareketle düşündüklerini kastediyorum. Bu zaviyeden hadiseye bakarsak, bugün itibariyle iki dünyanın birbirine dost olduğunu, iyi hisler, iyi düşünceler, iyi niyetler beslediğini söylemek çok fazla iyimserlik olur.

İşte Cole, altı bölüme ayırdığı kitabında bunun sebeplerini tek tek ele alıyor; hem de ABD’nin İslam dünyasına yönelik dış politikalarının yanlışlığı çok açık ve net bir şekilde ifade ederek. İlaveten, çözüm yolları da sunuyor. Yaklaşımı özetle şu: “Muhatabı anlamadan politika üretmek yanlıştır. Şu ana kadar yapılan yanlışlıkları ısrarla ve inatla sürdürmek, ayrı bir yanlıştır. Doğru olan, gizli niyetler dahil gerçeğin alabildiğine çıplak olarak masaya konulması ve ardından politika düzenlemesine gidilmesidir.”

Bu bağlamda kitabın ilk bölümünü petrole ayırmış Cole. Petrolle alakalı ortaya koyduğu manzarayı kısaca ifade edeyim. Diyor ki: “ABD bugün 20 yıl öncesinden daha çok petrole bağımlı bir ülke. ABD’nin yılda 60 milyon yolcu taşıyan iç ve dış hatlar havayolu şirketleri, otel, lokanta, ev vb. iş ve yerleşim birimlerinin petrole olan bağımlılığını herkes biliyor. ABD dünya nüfusunun % 5’ini barındırdığı halde, petrol üretiminin % 86’sını kullanıyor çünkü. ABD bugün günde 12 milyon varil petrol tüketiyor. Bunun % 10’unu kendi karşılıyor, % 90’ını ise 15 ayrı ülkeden. Bu 15 ayrı ülkenin altı tanesi İslam ülkesi. Suudi Arabistan, Nijerya, Irak, Cezayir ve Kuveyt.” Bir başka zaviyeden şunları da ilave ediyor yazar: “Petrol rezervleri açından da durum değişmiyor. 1,3 milyar varillik petrol rezervine sahip olan 19 ülkenin ilk on biri içindeki 9 ülke İslam ülkesi. Suud, İran, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Libya, Nijerya, Kazakistan ve Katar. Sadece Suud, İran ve Irak söz konusu toplam rezervinin % 56’sına sahip.”

Bütün bunlardan sonra Cole, işte bu tablonun ABD’nin Ortadoğu politikalarını şekillendiren ana unsur olduğunu söylüyor. 1991 Körfez savaşından 2003 Irak savaşına, Suud ile olan diplomatik münasebetlerinden savaş sonrası Irak siyasi politikalarına kadar her şeyin perde gerisinde bu tablo yatmaktadır. Yazar, daha da ileri giderek başta ifade ettiğim radyo konuşmasında demişti ki: “Eğer ABD, İslam ülkeleri ile münasebetlerini kötü tutarsa, önümüzdeki yıllarda hidrokarbon üretiminde ön sıraları alacak olan bu İslam ülkeleri, ABD yerine bunları tutar Çin veya Hindistan’a satarsa, bu ABD’nin ihtiyacı olan enerjiyi karşılayamaması, dolayısıyla sonu demektir.” Diğer bölümler benzeri çarpıcı analizlerle dolu. Bölüm başlıklarını hatırlatayım sadece: “Müslüman Aktivizmi ve Radikalizmi”; “Vehhabi Efsanesi”; “Irak ve İslam Endişesi”; “Taliban’ın Ötesinde Pakistan ve Afganistan”; “Tahran’dan Beyrut’a”, “İran Sorunu”.

‘Vehhabi efsanesi’nin sebebi

Bunların içinde Vehhabi efsanesinin hakiki müsebbibinin ABD politikaları olduğu ifade etmesi bana çok ilginç geldi. Bu düşünceyi ispat sadedinde kısaca tarihçesini verdiği ilişkiler arasında dönemin ABD başkanı Dwight D. Eisenhower’in yine dönemin Suud kralına yazdığı mektuptan şu parçaya dikkatlerinizi çekerim: “İslam dünyasının kutsal mekânlarını içine alan Suudi Arabistan, bütün Arap ülkeleri içinde en dindar olan ülkedir. Bu sebeple, Suud kralı İslam dünyasının muhtemel ruhani lideri olmalıdır. Bu hedefe ulaşıldıktan sonra Kral’ın İslam dünyası siyasi lideri olması için çalışmalara başlayabiliriz.”

Bitirirken, Batı dünyasında oldukça yaygın olan Seyyid Kutub’un terörün teorisyeni olduğu şeklindeki düşünce burada da aynıyla olmasa da tekrar edilmiş. Aynıyla olmasa da dedik, çünkü Kutub’un söz konusu yorumlarında Batı- Mısır veya Batı-İslam dünyası ilişkileri itibarıyla haklı olabileceğine kapı aralayan bir üslupla kaleme alınmış. Bu ezber bozan bir yaklaşım olmakla beraber, ifade edilen yorumlara bütünüyle katılmadığımı da tarihe not düşme babında kısaca ifade etmiş olayım. Son söz, Cole’un bu kitabı en kısa zamanda mutlaka Türk okuyucusu ile buluşmalı.

AHMET KURUCAN